25 Mart 2009 Çarşamba
UEFA ziyareti bitirdi, ben de biter gibi oldum.
19 Mart 2009 Perşembe
24 Şubat 2009 Salı
Berbere gidiyorum gittiğim bir önceki berberi kötülüyor.
Bir yorumcuyla konuşuyorum diğer yorumcuyu kötülüyor.
Bir catering firması diğerlerini kötülüyor.
Her çadır firması en iyisi biziz deyip diğerlerini kötülüyor.
Her organizasyon şirketi en iyi organizasyonu biz yaparız diyor.
İşlevsel bir internet sitesi görüyorum. İşlevi net. Bir ürünü tanıtmak ve bunu başarıyor. Bir kanaat lideri sallıyor siteye ardından onlarca eleştiri.
Eleştiri iyidir güzeldir. Ama bizim ülkede iş artık eleştiriden çıkıp başka bir hal almış vaziyette. Afedersiniz ama bu bokçulukla bizden hiçbir şey olmaz. Danimarka örneği vereyim size bir kez daha. Bir berbere gidip saçlarınızı kestirirken o berber başka bir berberin işine zarar veren yorumlar yaparsa şikayet halinde hakkında dava açılabilir. Zaten o koltukta oturan da sen ne diyorsun diye bir sorar ve büyük ihtimal yerinden kalkıp terkeder.
Herkes para kazanmalı bu alemde. Ama birilerini kötüleyerek kendinizi iyi gösteremeyeceğinizi unutmayın ve bırakın işiniz konuşsun siz değil.
23 Şubat 2009 Pazartesi
Yaklaşık 15 gündür ihmal hallerindeyim biliyorum. Özürler dilerim.
Bunun sebebi aldığım bir iştir. Onu yetiştirmek için 10 gündür geceleri soru yazıyorum. Gündüz malum iş yoğunluğu. Bir de gördüğünüz üzere televidyon'da Kirli Sepeti'ne başladık. Görüşlerinizi önerilerinizi yazarsanız çok sevinirim.
Jamie Oliver'a hayranım. Bazı tarifleri gerçekten efsane. Size son gördüğüm olayından kısaca bahsedeyim. Közde mısır yapılır. Bir tabağa tereyağı konur. Mısısr sıcak sıcak tereyağı üzerinde döndürülerek yağlanır. Ardından bir başka kaba parmesan rendelenir. Parmesan tabağın içine konur. Mısır bu kez de parmesan üzerinde döndürülür. Alın size bardakta mısır a la ingles:).
Neurotic Genius of Dutch Football futbol üzerine yazılmış en iyi kitap olabilir mi? Gerçekten çok iyi. Simon Kuper filan hikaye geldi bana öyle diyeyim size.
Bu hafta Kirli Sepeti'nde Açık Pozisyon adında bir kitap hediye edeceğiz. Türkiye'de piyasaların son 20 yılını müthiş yazılmış bir kitaptan okumak isterseniz kesinlikle alın. Sadece eğlencesi bile yeter. Bir de ağlanacak halimize güldürmesi.
Söz daha fazla yazacağım. Yoğun günlerim biraz olsun hafifleyecek inşallah.
6 Şubat 2009 Cuma
29 Ocak 2009 Perşembe
Carlsberg bira içtiğim zaman aklıma Danimarka günlerim geliyor hep.
Özellikle iş saatinde Carlsberg içtiğimde Danimarka'da okul çıkışı bir parkta içiyorum hissi geliyor ve o günleri özlüyorum.
Haderslev Danimarka'nın en popüler şehirlerinden birisi olmasa da benim için özel bir yerdi. Bir kere trenin uğramadığı ender yerlerden birisiydi. Bu nedenle biraz geri planda kalmıştı. Herkes haderslev'in dibindeki Vojens'ı bilirdi ama Haderslev hep middle of nowhere dedikleri yerlerden görülürdü. 17 yaşındaki bünyem bunu bir ara dert edip haderslev milliyetçisi bile kesilmiştir. Neyse Haderslev'in tüm okulları bir yokuş üzerindedir ve dümdüz ülkede bu yokuşu bisikletle küfrede küfrede çıkarsınız.
Her sabah saat 8.30 gibi herkes o yokuşu çıkar. Bazılarını aileleri bırakır, bazıları yürür ama çoğunluk bisiklet üzerindedir. Yokuşun yarısında bizdeki ilkokul ve ortaokul ayarındaki Folkeskole yer alır. En tepede lise, onun yanında şehir stadı ve bir yanda VUC. Yani devletin ücretsiz kurslarının verildiği eğitim merkezi.
Okulda teneffüslerde çocuklar dışarı çıkıp birer sigara içerdi. Ben çok şaşırırdım çünkü sigara içen öğretmenler arkadaşlarımdan ateş isterdi. Sigara çok pahalı olduğu için her teneffüs yarım yarım içen arkadaşlarım vardı. O soğuk havada titreye titreye sigaralarını içip içeri koşarlardı.
Ben en çok beden dersini severdim. Bir kere yapılabilecek her spor yapılırdı. Voleybol, basketbol, futbol, rugby ne varsa. Çok küçük ve şirin bir salonumuz vardı ve ben o dönemler pek atletik birisi olarak bu derste hep en iyiler arasında yer alıyordum.
Öğleden sonra 2-3 gibi ders biter ve herkes dağılırdı. Bisikletle o yokuşu inmek çok zevkli olsa da benim gibi freni iyi tutmayan bir bisiklete sahipseniz hep dikkat etmeniz gerekirdi. Bazen okul çıkışı bir pizza yemeye gidilir, bazen ise göl kıyısında bira içilirdi. Ama içtiğimiz bira da Carlsberg olmazdı hiç. Faxe diye bir yerel bira vardı. O fabrikada çalışma hayali kuran bir arkadaşım vardı. Hayat amacı buydu. Ben de ona çok kızmış ve çıkışmıştım. Bu nasıl hayal diye? O da bana herkes büyük adam olamaz gibisinden bir şey söylemişti.
O sınıftan çıkanların ne iş yaptığını bilmiyorum ama bir tanesi şu an Danimarka'da milletvekili. O zaman da çok aktif olarak politikayla ilgilenen Jesper'ı özlüyorum. Facebook sağolsun. Oradaki hemen hemen tüm arkadaşlarımı buldum. Kızların hepsi anne olmuş ama hiçbiri evli değil. Sınıftaki 3-5 erkekten birisi milletvekili, birisi ben, birisi fabrikada işçi diğerlerinden haber yok.
Dönüp o günlere baktığımda hayatın ne kadar hızlı geçtiğini görüyorum. 11 koca sene. Bir anda geçip gitmiş. Bunu görünce de diyorum ki "Bir bira daha açmalıyım ve devam etmeliyim. Her günün tadını çıkararak." Read more...
21 Ocak 2009 Çarşamba
-Pazartesi sabahı gayet normal bir şekilde evden çıktım. İşe gittim. Sabah simit yedim, krem peynirli. Ve yanında su içtim. Bu kadar. Öğlene doğru bir ürperme hissi. Yüzümde beyazlama. Öğlen bir toplantı, ardından bir tane daha ve sonrasında bir daha. Ofisten çıkıp otoparka indim. Otoparktaki serin havanın yüzüme çarpmasıyla birlikte inanılmaz bir titreme. Kanyon'un orada arabadan iniş ve eve kadar yürüme. Titreyerek. Hayatımın en uzun 10 dakikalarından. Anlayacağınız feci hasta oldum ve 2 gündür yatıyorum. Ağır bir grip. Yarın işbaşı yapacağım umarım.
-Evde yatarak geçirdiğim sürede işlerim aksadı. Yarına bitmesi gereken iki yazı var ve bir tanesi 15000 vuruş civarında.
-Bu arada cesaretlendim ve Türk futbolunu yeni bir şekle sokacak bir projemi federasyonla paylaşmaya karar verdim. Üst başlıklarını Genel Sekreter'e yolladım bile.
-Bu ay süper bir röportaj yapmak istiyorum ama kimle?
-Pazar annemler geliyor. Güzel bir hafta bekliyor bizi.
-Evde yatarken TV'deki şahane programları gözlemleme fırsatı buldum. Tadında Aşk Var favorilerimden. Selin Karacehennem harikalar yaratıyor.
-Geowyns İzmir'e maç istiyordu. Fildişi Sahili maçı layık görüldü. Enjoy. Read more...
19 Ocak 2009 Pazartesi
14 Ocak 2009 Çarşamba


12 Ocak 2009 Pazartesi
Öncelikle bloğa başlık yazamıyorum. Oradaki başlık kutusu kayıp. Diğer bloglarda böyle bir sorun yok halbuki.
Evdeki bilgisayarım Disk Read Error hatası veriyor. Format atmak lazım ama önce yedeklemem şart.
Son günlerde 2 süper film seyrettim. Birisi Blindness, diğeri ise The Curious Case of Benjamin Button. Harika filmler ve ikisi de kendilerine has yazılar hak ediyorlar.
Bir tane de kötü film seyrettim. Çok ümit beslediğim Zack and Miri Make A Porno. Cem Yılmaz Erşan Kuneri filmini çeksin de bu konu ne kadar güzel işleniyor görelim.
İki bomba röportaj kovalıyorum. Ayrıntılarını yakında vereceğim. Yapabilirsem efsane olacak.
Haftasonu Karaoke'deydik. Klub Karaoke. İçki pahalı. Hem de gereksiz pahalı. Çok kalabalıktı bir de. Gerçi içerideki 50 kişiden 25'ini ben toplamıştım oraya.
Karaoke konusunda tartışılmaz:) bir yeteneğim var. Ben en azından notasyonu tutturuyorum.
Bu başlık olayı çok sıkıcı gerçekten. Çözümü bilen var mı?
Var mı derken Var mısın Yok Musun'a başvurdum. Arkadaşlarımdan birisi şu an yarışacağı günü bekliyor. Ben de gaza geldim. Hatta şöyle bir site bile açtım. Hem Varım hem Yokum
Galatasaray-Altay maçındaki canlı anlatımım konusunda ne düşünüyorsunuz? Devam edeyim mi?
I Buy It sitesini adam edene kadar devam edeceğim. Bakalım ne kadar vaktimi alacak?
Emeklilik hayali dedikleri ne oluyor?
5 Ocak 2009 Pazartesi
2003'ten bu yana aktif olarak iş hayatının içindeyim. Öncesinde yaz aylarında yaptığım işler, bazı part time işlerim olmuştu. Yıl 2009 ve iş hayatım belirli bir düzende devam ediyor.
Çalıştığım yerdeki insanlara dönüp baktığım zaman hayatlarının girdiği rutin hali görüyorum. Bunun kötü birşey olup olmadığını kestiremiyorum çünkü eğer rutin sizin hayatla ilgili amaçlarınızla örtüşüyorsa bu hiç de kötü bir şey değildir. Veya belirli bir düzen oturttuysanız hayatınızda ve geçim sıkıntınız yoksa çok zorlamayı tercih etmeyebilirsiniz.
Bu tip insanlarda genelde gördüğüm tavır şöyle oluyor. Hayat bir hızla gidiyor ve planlar emeklilik denen ve mucizevi olarak görülen kutlu günün sonrasına erteleniyor. Bunların arasında neler yok ki? Bir market açmaktan, bir bağ almaya, zeytinliklerden yelkenlilere, küçük bir kasabaya yerleşmekten Avrupa seyahatine kadar uzanıyor.
Tüm bu planlara ve hayallere saygım var. Hayalsiz yaşanmaz sonuçta. Ama bu tip şeyleri hayatta küçük değişiklikler yaparak bugün de gerçekleştirmek mümkün. Bunu ileriye atmak hayatı tekdüze hale getiren bir rutine sokuyor gibi geliyor bana. Bence hayatı bir ağaç gibi görüp yukarıya kadar her dalı bir hayalle bağdaştırmak ve bu hayalleri teker teker gerçekleştirmeye uğraşmak bir kişiyi mutlu kılabilir. Gerçekleşmeyen hayaller olacaktır elbette. Bunları erteleyebilirsiniz belirli gerekçelerle. Ama hiç bir zaman tek bir hayale bağlı kalmamak lazım.
Sonuçta tepede ne var diye sorabilirsiniz? Hayat kimseye sonsuz mutluluk vaadi sunmaz. Tepede harikulade bir ödül var ama. Ormanın içinde ağacın dibinden ufka bakmayı denemekle, ağacın tepesinden bakmak arasında çok büyük fark vardır.
Bu sevgi kelebeği yazısının ana fikri şu. Ben emeklilik hayallerini anlamıyorum şu yaşımda. Hayatta ufak değişikliklerle küçük küçük şeyleri başararak hayallere şimdiden ulaşmak mümkün geliyor bana.
Yeni yılda değişmeyenler
2 Ocak 2009 Cuma
-Taksim'de taciz olayları beni baydı artık. Buna bir çözüm nasıl bulunamaz anlamıyorum. Her insanın istediği zaman istediği yere gitme hakkı vardır. Taciz varsa gitmesinler gibi ifadeler yarın bu işi meşru kılar. Dövüleceğini bile bile içki içmesin'e, taşlanacağını bile bile saçı açık gezmesin'e döner.
-Türkiye'nin kısırdöngüleri. Melih Gökçek'in yeniden Ankara Belediye Başkanlığı'na aday gösterilmesi. Halktan fazladan para almaktan gocunmayan bir adam düşünün, 50 liralık sayacı 300 liraya satan, tek başına tüm belediyelerden daha fazla borca sahip bir belediyeyi yönettiğini iddia eden. Sadaka bizim kültürümüzde vardır diyen bir başbakan. Oy uğruna çevre kirliliğine yol açan belediyeler. Bürokrasinin her yerine sirayet eden bir uyuşukluk. Rüşvet her yerde kol geziyor. Yasalar kişilere göre yorumlanıyor.
-Savaşlar. İsrail-Filistin, ABD-El Kaide, ABD-İran, Rusya ve herhangi bir komşusu, Türkiye-PKK. Hiç bitmeyecek bu kesin.
-Ekonomik kriz. Hep vardı ve bu sene de devam edecek. Krizden çıkış yolları diye bir bölüme başlasam ve ütopik fikirlerimi saçsam etrafa iş yapar mı acaba.
-Trafik kazaları. Türkiye'de her şoför bir kez kaza yapıyor. Bu kazanın hayatınıza sirayet edip etmemesini dikkatli olup olmamanız belirliyor. Önümüzdeki sene de bu devam edecek.
-Şansa yaşamak. Bir bomba patlayabilir, tren raydan çıkabilir, doğazgaz borusu patlayabilir, sele kapılabilirsiniz, yanlış bağlanmış elektrik kablolarının kurbanı olabilirsiniz. Belediye otobüsünün freni patlar, uçak pilotunuz kestirmeden gitmeyi tercih eder, çukura düşersiniz, başka bir inşaat sizin binanızın çökmesine neden olur, Kuran kursu çöker, apartman bir anda yıkılır. En muhtemeli deprem olur.
-Hakem hataları. Hiç değişmeyecek bir gerçek.
30 Aralık 2008 Salı
Benim için oldukça ilginç bir yıl oldu 2008. Başlarken bu kadar hareketli olacağını tahmin etmiyordum. Planlanmış işlerim vardı elbette. Ama çok riskli hareketlerim de oldu.
Yaptığım işten çok sıkılmıştım 2007 sonu itibariyle. Hırsım devam ediyordu ama karşılığını alamadığımı düşündüğüm anlar çok oluyordu. İş konusunda tahammülsüz olmuştum iyice. Tam bu dönemde olmadık bir teklif geldi. Bir Danimarka firması aldığım maaşın 3 katını teklif ediyordu ve Türkiye temsilcileri olmamı istiyorlardı. Konu ise bana biraz yabancıydı. Promosyon ürünleri üreten dünya çapında bir şirketi Türkiye'de temsil edecektim. Kabul etmem biraz hızlı oldu. Dediğim gibi çok bunalmıştım üzerimdeki iş yükünden ve nefes alamaz hale gelmiştim. İş sağlığımı etkilemeye başlamıştı ve ilk kez check up'a girmek zorunda kaldım.
O sıralar başkanlık seçimleri de vardı ve ben Ulusoy-Doğan değişimini iş değiştirmek için bir fırsat olarak gördüm ve Nickname'in Türkiye temsilcisi olarak göreve başladım. 6 aylık çok da yoğun olmayan bir çalışma. Türkiye'nin önde gelen hemen hemen tüm firmalarıyla toplantıların sonucu koca bir sıfırdı. Promosyon konusunda çok pahalıydık. Düzgün ürünler yapıyorduk, çocuk emeği sömürmüyorduk, zehirli boyalar kullanmıyorduk ama bu büyük şirketlerimiz için çok da önemli değildi. Ucuzsan ve kendini tamamen insaflarına teslim ediyorsan işi alabilirdin.
6. ayda yeter demeye başladım. Şirket merkezi de zor duruma düşmüştü. Uluslararası 10 milyon euroluk bir iş kaybedilmişti ve şirketin dengeleri bozulmuştu. O sırada federasyona geri dönmeyi düşünmüyordum. Diyordum ki bir iş bulurum illaki. Bu arada düğünüm yaklaşıyordu. Bir kesinlik olmadığı için erteleme planları yapıyorduk. Bu da oldukça moral bozucuydu. Bu sıralar UEFA Kupası Finali için medya sorumluluğu görevi önüme geldi ve ben de değerlendirdim. Bu konuda federasyona minnettarım. Ben şu an evlendiysem bunu sağlayan önemli etkenlerden birisi federasyonun bana sağladığı maddi ve manevi destektir. Ağustos sonunda UEFA Finali için çalışmalara başladık. O zamandan beri yoğun olarak devam ediyoruz.
Ekim sonunda hayatımıza Kuduruk girdi. Günlerimiz onla boğuşmakla geçiyor.
Mali açıdan iyi bir yıl olsa da borç kısır döngüsünden bir türlü çıkamıyorum. Bir yazlık aldım. Kaba inşaatı biten, bir yandan onun içini yaparken, diğer taraftan borçlarını ödüyorum. Hedefim bitirip satıp İstanbul'daki ev için peşinat yapmak.
Yıl boyu çeşitli projeler geliştirdim. Bazıları kabul bazıları plan aşamasında. Bunları 2009'da hayata geçirmek ve internette bazı işler yapmak istiyorum.
Bu sene çok kitap okudum. İş geliştirme ve pazarlama ile ilgili çeşitli kitaplara merak sardım. Oyunlar açısından verimli bir yıldı. Ben çok para harcadım oyunlara bu sene. Dönüp bakınca bazıları gereksizmiş diyorum. Kredi kartı ekstrelerimde de o kadar gereksiz şeyler var ki.
2008'de en büyük pişmanlığım federasyondan ayrılıp Avrupa Şampiyonası'nı kaçırmaktı. Ama dönüp bakınca o bıkkınlıkla bu o şampiyonaya gitmenin benim açımdan ciddi sorunlar yaratabileceğini düşünüyorum. Ama Nihat Çek maçındaki, Semih Hırvat maçındaki golleri attığında ertesi günkü gazetelerin yılın aptalı posteriyle yani benle çıkacağını düşünmedim değil.
Bu sene en çok izlediğim kanallar Akıllı TV, NTVSpor ve ComedyMax oldu. En beğendiğim film The Dark Knight'tı. Lost, Fringe, Raymond, CSI ve How I Met Your Mother en çok izlediğim dizilerdi.
2008'de hayattan çok şeyler öğrendim. Çok kafa yorduğum evlilik kurumunun bir üyesi oldum ve gayet mutluyum. İş değiştirdim ve ticaretin ne kadar zor birşey olduğunu anladım. Beni mutlu eden şeylerin sayısı arttı ve olumlu bir yıldı. Umarım 2009'da benzer bir yıl olur ama bu kadar hareket istemiyorum.
Birkaç not...
28 Aralık 2008 Pazar

Dün akşam gördüğüm/duyduğum/yaşadığım birkaç şey ver. 1.0
27 Kasım 2008 Perşembe
Yapılması gerekenler
21 Ekim 2008 Salı
***Stat inşaat planlama***
***Biriken kitapların okunması***
***TamSaha yazılarının tamamlanması***
***Yeni fikirler***
***Be A Pro'da gelişim***
İlk Görev
12 Ağustos 2008 Salı
Salas, Fernandez, Suazo ve arkadaşları Türkiye'ye geliyor. Kocaeli'de ilginç bir gün bizleri bekleyecek. Bu yeni yaşamın ilk zorlu görevi bir taraftan da. Özlemişiz tempoyu.
Beyaz Atlı Prens Üzerine
28 Haziran 2008 Cumartesi
21. Calvino'nun Varolmayan Şövalye adlı kısa romanında Şarlman döneminde yaşayan Agilulf adlı bir şövalyenin öyküsü anlatılır. Agilulf boş bir zırhtan ibarettir. Kralına olan bağlılığı yüzünden "yaşamaya" devam eder, ama zırhın içinde birşey yoktur. Cesaretse cesaret, sadakatsa sadakat, sabırsa sabır, ama "varlık" yok. Biz de beklediğimiz şövalyelerin Agilulf gibi olduklarını biliriz için için. Bütün iyi insani değerlere sahiptirler, güzeldirler/yakışıklıdırlar, iyidirler, hoşturlar ama yokturlar.
Hitman aileye işler mi?
11 Kasım 2007 Pazar
Haber bu linkte
İnanılmaz bir olay. Bağımlılık insana neler yaptırıyor kanıtıdır herhalde. 16 yaşındaki genç, okulda notları düştüğü için kendisine yasak koyan(yasak da dışarı çıkmama ve PS3'ünü alma) annesi ve babasını öldürmek için kiralık katil tutmuş. Ama tuttuğu kiralık katil sivil polismiş. Ödemeyi de babasının yeni arabasıyla yapmayı planlıyormuş. Çocuk mahkemesinde yargılanan gencin normal mahkemede yargılanması için annesi başvurmuş. Sebebi de dersini alsın. Alsın da bu da senin oğlun yaw. Biz de olsa "aile içinde olur böyle şeyler" der geçeriz değil mi? Çocuk annesine mektup yazmış. "Annecim seni çok seviyorum biliyorsun değil mi" diye... Tam korku filmi ya... Bu arada çocuk 21 yaşında serbest kalacak kanunlara göre, işaretlemek lazım takvime. O güne kadar Manhunt 3 çıkar zaten... Çıkmasa da ona konu çıkar.